Konuşma; insanların duygu ve düşüncelerini, sözcükler, sesler, jest ve mimikler aracılığıyla birbirlerine iletebilme yetenekleridir. Konuşma; insanlar arasında en önemli “iletişim” ve “etkileşim” aracıdır.
Peki, insanı hayvandan ayıran bu yeti, gerçekten de insanlar arasında bir iletişimin kurulmasını sağlayabiliyor mu?
Bu soruya hemen ve kesinlikle “evet” yanıtını verebilmek pek kolay değil. Günlük yaşamımız içersinde genellikle, ya” konuşan” ya da “dinleyen” durumunda bulunuyoruz. Bu nedenle, sözünü ettiğimiz iletişimin kurulabilmesi, doğru konuşmayı bilmek kadar, doğru dinlemeyi bilmeye de bağlı. Konuşmanın “sentez”, dinlemenin de “analiz” olduğunu düşünürsek, iletişimin ya da iletişimsizliğin nedenleri kendiliğinden belirir.
“İnsanın çektiği dili belasıdır. Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür. Söz gümüşse sükût altındır. Söz yaş deriye benzer, nereye çekersen oraya gider.” gibi anlamlı (!) atasözlerimizi de düşününce konuşmanın ne derece tehlikeli bir eylem olduğu, insanların konuşarak anlaşabilmelerinin aslında küçük bir “mucize” sayılabileceği yargısına rahatlıkla varabiliriz.
Tom Stoppard, “Sözcükler masumdur, tarafsızdır, kesindir, şunu anlatır, bunu betimlerler, öteki anlama gelirler; dolayısıyla onlara iyi bakarsan, anlaşılmazlığa ve karmaşaya köprüler kurabilirsin. (...) Sözcükler kutsaldır. Saygı göstermek gerek onlara. Doğru sözcükleri doğru sıralarsan, dünyayı yerinden oynatabilirsin.”diyor.
Ne kadar da haklı, Stoppard.
Her şeye rağmen, “konuşmak” iletişim kurmaktır. Ya, iletişimsizlik! Eh, o da konuşmanın “yan etkisi”.
Alan Ayckbourn’ün müthiş bir matematik kurguyla yazdığı “Yan Etkili Konuşmalar”sa, konuşmanın insanlar arasında bir iletişim aracı olmaktan çıkıp, nasıl bir iletişimsizlik aracı haline gelebileceğinin komedisi.